KSP Yerel Seçim Manifestosu

Bu yazıyı paylaş

Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir.” (Komünist Partisi Manifestosu)

Kimin yönetimi?

Sosyalist toplum hariç, her toplum üretim ilişkilerine tekabül eden ve onu devam ettirmek isteyen sınıf tarafından yönetilir.

Günümüzde üretimin tekelleştiği emperyalist kapitalist düzende, hükümetler ve belediyeler emperyalist tekellerin sözcüsü ve onların azami karları için çalışan kurumlar haline dönüşmüştür. Belediye sınırları içerisinde yapılaşma, altyapı, trafik ve diğer konularda son söz o bölgede çıkarları olan büyük sermaye çevreleri tarafından söyleniyor.

Günümüzün yerel yönetimleri, kendi belde sınırları içerisinde yaşayan vatandaşların tümüne hizmet vermemektedir. Kapitalist – emperyalist sistemde yerel yönetimler de devletin diğer kurumları gibi hakim sınıfların hizmetindedir.

Yani, bugünkü belediye rejimleri sermayenin, özellikle de egemen olan büyük sermayenin hizmetindedir!

Zaten ağır bir sömürü altındaki halkları bir de yerel yönetimler sömürmekte, verdikleri her ‘hizmet’ için halktan ağır vergiler tahsil etmektedirler. Halbuki SSCB deneyiminde dünya halkları, yerel yönetimlerin halka nasıl hizmet edebildiklerine tanıklık etmiştir. Halkı vergilendirmek şöyle dursun, elektrik, su, ulaşım ve iletişim gibi elzem gereksinimlerin ve daha birçok hizmetin halka ücretsiz tedarik edilebileceğini Sovyet yerel yönetimleri kanıtlamıştır.

Kıbrıs’ta Yerel Yönetimler:

Ülkemizdeki yerel yönetimler, tıpkı merkezi yönetimler gibi her zaman siyasi erki elinde tutanların hizmetinde oldu ve hala daha öyledirler. Yüzyıllardır bir dizi büyük güçlerin sömürgesi olan Kıbrıs, yerel toplumun içinden kişiler ve kurumlar, yani işbirlikçiler olmaksızın yönetilemezdi.

Osmanlı döneminde yerel yönetimler, muhtarlıklar, belediyeler ve belediye encümenlikleri olarak ve genellikle atama usulu ile işbirlikçilerden oluşturulmuşlardı. İngiliz sömürge idaresi döneminde de bu yapı sürdürülmüştür. İngiliz emperyalizmi valinin atadığı ve sömürge yönetimini kollayan ve sözde toplumun içinden seçilen, gerçekte İngiliz valisi tarafından atanan kesimlerle devlet yönetimini sağlarken, yerel yonetimleri de toplum icerisinden isbirlikci kişiler ve kurumlarla yönetmiştir.

Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde de siyasi erk adada yaşayan toplumların elinde olmadı. Ada halkının bağımsız ve egemen olmadığı bu topraklarda egemenlikten ya da iradeden söz etmek siyasi erki elinde tutanları korumaktan başka bir amaç taşımıyor.

Adanın 1974’te bölünmesinden sonra adanın kuzeyi ve güneyinde ayrı yönetimler oluşturuldu. Bu yönetimler ne kadar da bağımsız ve bu topraklarda egemen olduklarını iddia etseler de günlük yaşam her gün bize bunların egemen olmadıklarını kanıtlamaktadır. Adanın kuzeyi açıkça ilan edilmese de Türkiye Cumhuriyeti’nin sömürgesidir. Kuzey’deki Cumhurbaşkanlığı, meclis, hükümet ve yerel yönetimler kuzeyde ne kadar egemen olduklarını iddia etseler de TC’nin arzuları dışında hiçbir yasa ve karar üretmediler ve üretemezler de! Kuzeydeki belediyeler kendi bütçelerini bile hazırlarken TC’nin bürokratlarına danışmadan hazırlayamıyorlar.

Egemenlik Sorunu:

Kıbrıs’ta yaşayanlar yarım asırdan fazladır egemenlik sorununu tartışmaktadır.

Kimilerine göre adada yaşayanlar egemenliklerini 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Antlaşması ile elde etmişlerdir. Kimilerine göre de 1974 TC işgali ve nüfus aktarması ile bu egemenlik tam olarak elde edilmiştir.

Egemenlik, bir toprak parçası üzerindeki kural koyma gücü ve hukuk yaratma kudretidir. Bu güç siyasi erkin dayattığı yasallaşmış bir üst iradeyi ifade eder. Bu irade devletin ta kendisidir. Devlet, Toplum içinde, egemen olan sınıfın diğer sınıflar üzerindeki, baskı dahil, yönetim mekanizmasıdır. KKTC devleti, TC’nin elinde Kıbrıs’ın kuzeyini yönetmek için kullandığı bir mekanizmadir. Bir sömürge yönetimidir!

Kıbrıs’ın kuzeyinde yerel yönetimlere yaklaşım da bu anlamı ile egemenlik sorunu ile alakalıdır. Bir yandan “milli irade”den, “milli egemenlik”ten söz edenler diğer yandan ülkedeki olanakları sömürgeciye ve yabancı sermayeye peşkeş çekmek için ellerinden geleni yapmaktan geri durmazlar. Bu ‘egemenlik’ten söz edenler sadece ülkedeki olanakları yabancı sermayeye peşkeş çekmekle kalmazlar. Ülkenin tüm coğrafyasını, denizini, doğal kaynaklarını ve insanlarını dünya emperyalizminin bir parçası olan bölgesel ya da global tekellerin emrine sunmak için kendi aralarında yarışırlar.

Kıbrıs’ın kuzeyinde bu peşkeş çekme kavgası iki grup arasında kendini gösteriyor. Bir yandan TC sermayesinin himayesinde TC’nin sömürgesi olarak varlığını sürdürmek isteyenler, diğer yandan TC sermayesinin himayelerinde AB sermayesi ile işbirliğinin Kıbrıs’ta çok daha ‘barışçıl’ ve daha demokratik bir yaşamın olacağını savunanlar!

Ancak egemenlik anlayışını sınıflardan soyutlamak büyük bir hata olur. Kıbrıs’ın kuzeyindeki büyük burjuvazi ruhunu sömürgeciye satmıştır. Adada yaşayan işçiler, yoksul köylüler, esnaf, küçük üretici, zanaatkar kesimler sömürgecinin yarattığı tekelleşme altında azami şekilde sömürülmektedir. Bu sömürü gerek mutlak gerekse de göreceli olarak yapılmaktadır. Modern iş aletleri ile üretimde kolaylık sağlamak yerine ilkel yöntemlerle çok düşük ücret ödenen işgücü ile üretim yapılmakta, yüksek enflasyon ile bu kesimler mutlak olarak

yoksullaştırılmaktadır. Bu kesimler mevcut yasalarla var olan haklarını ve özgürlüklerini bile kullanmaktan uzaktırlar. Bu kesimler için egemenlik sorunu bu topraklarda insanca yaşamak bu toprakların efendisi olmak, bu topraklarda kendi gelecekleri ile ilgili her türlü kararları ve yasaları kendilerinin çıkartması anlamına gelir.

Demokrasi Sorunu:

İşte tam da bu noktada demokrasi anlayışı yeni bir anlam kazanır.

Her ne kadar da demokrasi günümüzde “eşit hakka sahip reşit kişiler

tarafından oylama ile çoğunluğun azınlığa hükmetmesi” olarak adlandırılsa da kapitalist-emperyalist toplumda bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Burjuva demokrasisinin beşiği İngiltere’de bile yüz yıl öncesine kadar önce mülk sahiplerinin oy verme hakkı varken kadınların oy hakkı dahi yoktu. En demokratik ülke olarak adlandırılan İsviçre’de bile kadınların oy hakkı bazı eyaletlerde 1970’lere kadar yoktu.

Gerek dünyada, gerek Kıbrıs’ta yerli ve yabancı tekelci sermaye sahipleri gerek basın, gerek medya, gerek iş olanakları, gerek şantaj, gerek rüşvet, gerek fiziki ve ruhsal şiddet ile kendi arzularını, ekmek parasını çalışarak kazanmak zorunda olan ve bir dikili ağacı bile olmayan işçi ve emekçi kesimlere empoze etmekten uzak durmazlar. Sendikalarda örgütlü olan çalışan kesimler sendika liderlikleri tarafından rejimle uyumlu olmak için propaganda yağmuruna

tutulurlar. Bu yöneticiler çalışanlara rejimden “haklar” elde ettiklerini öne sürerek kırıntılar ile onları oyalamaktadır.

Bu kapitalist-emperyalist düzende demokrasi için “kimin için demokrasi?” sorusunu sormamız gerekiyor.

Gerek dünyada gerekse de Kıbrıs’ta temsili demokrasi iflas etmiştir. Daha 50 yıl önce temsili demokrasi ile dünyayı yöneten emperyalist tekeller kendi oluşturdukları sistemi ayaklar altına alıyorlar. Bir yandan BM’den oy çokluğu ile kararlar geçiriyorlar, diğer yandan da bu kararları ayaklar altına alıyorlar, çiğniyorlar! Bir yandan kendi meclislerinde, parlamentolarında yasalar geçiriyorlar, diğer yandan bu yasaları kaale bile almıyorlar. Seçim konvoylarında,  manifestolarında bir dizi söz veriyorlar, Hükümete gelince de ya hepsini unutuveriyorlar ya da tam tersini yapiyorlar!

Tüm dünyada yaygın bir biçimde kullanılmakta olan bu yöntemler, Kıbrıs’ta da çok bariz bir şekilde hayat bulmaktadır. Ülkemizdeki yerli işbirlikçiler, bir yandan ‘egemen’ olduklarını söylüyorlar diğer yandanda gerek hükümetin, gerekse yerel yönetimlerin alacağı kararların neredeyse tamamı TC devleti ve onu yönetenlerin önermeleri ve onayı ile gerçekleşmektedir. Meclisten geçen

birçok karar keza aynı şekildedir. Örneğin, bu yıl içinde yapılması gereken yerel seçimlerin tarihi, egemenlerin kendileri tarafından hazırlanıp onaylanan Anayasa’ya aykırı bir şekilde bilinçli olarak ertelenmiştir!

Yönetimin her kademesinde yasa dışılık ve adam kayırmacılık hakimdir. Kamuda ve özelde çalışanlar bilinçli bir şekilde susturmakta doğruları söylemeye kalkışanlar ya işten atılmak ya da kamuda sürgüne gönderilmektedir! Ekmek silah olarak kullanılarak gerek kamuda gerekse de özel sektörde liyakata göre değil, parti rozetine göre istihdam yapılmaktadır. Burjuvazi kendi devlet yönetimini bile kendi yasaları ile yönetemez durumdadır.

Doğrudan Demokrasi:

Bu düzenin partilerini ve onların siyasi temsilcilerini hem hükümette hem de yerel yönetimlerde gördük. Kıbrıs Sosyalist Partisi ülkemizin ve bölgelerimizin doğrudan doğruya halkımızın iradesine tabi olarak yönetileceği bir program ile karşınıza çıkmıştır. Bu program Doğrudan Demokrasi Programıdır. Bu program her konunun, her sorunun her düzeyde halkımız tarafından ele alınıp tartışılmasını, değerlendirilmesini ve karar bağlanmasını içermektedir.

Bunun için gerekli teknik altyapı bugün halihazırda vardır. Var olan bilgisayar alt yapısı, sosyal paylaşım siteleri ve iletişim araçları üzerinden sorunların, önerilerin meclislerde değil, doğrudan doğruya halk içinde tartışılması ve karara bağlanması artık mümkündür.

Biz doğrudan demokratik bir siyasi yapılanma üzerinden, doğrudan

demokrasinin taleplerine, yani tüm halkın taleplerine uyan bir ekonomi inşa ederek, teknolojinin tüm imkanlarını halkın yönetimine vererek, bu imkanı kullanan bir ekonomi ile, yani halkın kontrolü altında olan bir ekonomiyle, doğrudan demokratik olarak alınan kararlarla yönetilen bir ekonomiyle, herkes için barış ve bolluğu elde edeceğimizi ve insanlığa bunu sunduğumuzu ısrarla vurguluyoruz.

Biz size diğer adaylar gibi hayali bir yerel yonetim cenneti vaad etmiyoruz. Bu koşullarda bolluğu, adalet ve refahı yaratamayacağımızın bilincindeyiz ve diğer adaylar gibi sizleri kandırmaya çalışmayacağız. Ama biz şunu vadediyoruz: kentimiz ve ülkemiz ile ilgili kararları siz halkın alabilmesi için elimizden geleni

yapacağız.

Yerel Yönetimler ve İktidar Sorunu:

Yerel yönetimleri iktidar sorunundan ayrı tutmak gerçeklerle yüzleşmekten uzak durmak anlamına gelmektedir. Yerel yönetimler, merkezi yönetimler gibi egemenlik ve iktidar kavgasının arçalarıdırlar. Yerel yönetimler için yürütülen kavga sadece buralarda yaşayan vatandaşlarımızın yaşamlarını iyileştirmeye yönelik bir çalışma olarak yürütülemez. Bu kavga aynı zamanda egemenlik kavgasıdır da…

Belediye sınırlarımız içerisinde var olan çarpık yapılaşma, otellerin keyfi dayatmaları, kanalizasyon sorunları, yol ve trafik sorunları Kıbrıs’ta iktidarı elinden tutandan ayrı olarak düşünülebilir mi?

Merkezi ve de yerel yönetimlere ahtapot kolları gibi çöreklenen sömürgeci TC devletinin Kolordu Komutanlığı, Büyükelçilik ve Ekonomik Koordinasyon Ofisi kurumları ve Türk büyük burjuvazisi Kıbrıslı Türklerin nefes almasını istemiyorlar. Kıbrıslı ilerici, demokrat kesimlerin bu yerel yönetimlerde azıcık bağımsız hareket etmelerine bile tahammülleri yoktur.

Sosyal demokrat siyasetlerin temsil ettikleri ‘sol’ partiler yerel yönetimleri TC kurumlarından bağımsız yönettiklerini iddia ediyorlar. Bunlar Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan vatandaşları, halkimizi aldatmaktadırlar. TC kurumları bu sosyal demokratların kendi çıkarlarına ters düşmeyecek, hatta işlerine gelen adımlarına doğal olarak itiraz etmiyorlar. Ama TC’nin çıkarlarına ters düşecek

adımların atılması halinde, TC sömürgecileri, gerek merkezi yönetim

aracılığıyla, gerekse de adada iyi bir şekilde örgütlediği sivil faşist mafia, örgüt ve kişilerle harekete geçerler ve bu adımları bloke ederler. Bu siyasi partiler TC devletine rağmen bugüne kadar gerek merkezi gerek yerel yönetimlerde adım atmadılar, atmazlar da…

Devrimci Muhalefet ve İktidar Sorunu:

Bu durum bize bu gibi siyasi parti ve kuruluşların adanın kuzeyinde gerçek anlamda egemenlik mücadelesi verecek bir sol muhalefetin örgütlenmesine engel teşkil ettiğini gösteriyor. Onlar açısından sorun egemenlik sorunu değil, yıllardır süregelen ama son günlerde göze batan “müdahaleler”dir. Bu yaklaşım TC devletini değil, TC devlet yönetiminin anlaşamadıkları bir kesimini hedef alıyor. Bu yaklaşım adanın kuzeyinde bunlarla beraber egemenlik mücadelesinin verilmeyeceğini doğrulamaktadır.

Kıbrıs’ın kuzeyinde özgürlük ve egemenlik kavgası verilecekse, Devrimci bir muhalefet ağının sıfırdan ve yeniden oluşturulması şarttır. Bu Devrimci Muhalefet Kıbrıs’ın hem kuzeyinde hem de güneyinde ruhunu sömürgecilere, emperyalist sermaye ve kurumlarına satmamış sınıf kesimlerinin muhalefeti

olacaktır. Bu muhalefet gerek sivil toplum örgütleri (sendikalar, meslek örgütleri vb) içerisinde, gerek yerelde gerekse de merkezde ortak bir program ile ortak bir mücadeleye önderlik etmeye muktedir olduklarını hem programları hem de pratik eylemleri ile göstermelidirler.

Yerel seçimlere bu yaklaşımla gitmek geleceği aydın olan bir yolda yürüyüşe çıkmaktır.

Girne Belediyesi İçin Manifestomuz:

Girne şehri ve civar köyleri turizme dayalı bir ekonomi ile var olmaktadır. Buna rağmen deniz sahilleri gerek geçmiş belediye yönetimleri, gerekse de merkezi hükümetler tarafından peşkeş çekilmiştir. Halkın kullanabileceği sahil ya hemen hemen yoktur, ya da çok az olmasından aşırı şekilde yoğunluk yaşamaktadır.

Girne belediye yönetimleri uzun zamandan beridir var olan kanalizasyon ve trafik sorunlarını çözemedikleri gibi aynı zamanda şehir merkezinde çok yüksek inşaatların yapılmasına izin vererek sorunu katmerleştirdiler. Hatta Orman Dairesine ait alanlarda büyük binaların inşaatlarına izin vererek orman ağaçlarının yok edilmesine ve orman arazileriİnin de tahrip edilmesine neden oldular.

Şu andaki Girne belediyesi yönetimi için tek önemli olan otellerin sorunsuz faaliyet göstermeleridir. Herşey otellere endekslenmiştir. Yol yapımı, yol temizliği, taşımacılık, kanalizasyon, aydınlatma ve bayındırlık konuları haricinde gerek belediye başkanları gerekse de belediye meclis üyeleri başka konularla ilgilenmemektedir.

TC’nin adadaki bürokratlarının onayı alınmadan bütçe bile hazırlanamıyor. TC yardım heyetinden yardım almadan “projeler” hayat bulamıyor. Kararlar, Girne’de yaşayanlara danışmadan hatta onları dikkate bile almadan alınıyor.

Diğer şehirlere nazaran refah düzeyi daha iyi olan Girne Belediyesi toplu taşımacılık, hava kirliliğinin azaltılması, enerji verimliliği, sıfır atık, çevre  temizliği, çevrenin korunması, gençlerin yönetime katılımının geliştirilmesi, konut ve işyerleri arasındaki seyahat mesafesinin azaltılması alanlarında tüm Kıbrıs’a örnek olacak atılımlar yapma kapasitesine sahiptir. Ancak bugünkü sömürge yönetimi ve onun yerel yönetimleri bu bölgede yaşayan halka bu fırsatı vermiyor.

Kıbrıs Sosyalist Partisi yerel yönetimlerde tüm kararları belediye sınırları içinde yaşayan halkın vermesine olanak sağlayan yeni bir yönetim uygulaması getirmek için tüm gücünü ortaya koyacaktır.  Modern teknolojiyi, mobil iletişim teknolojisi ile internet teknolojisini kullanarak herkesin belediyenin ele aldığı tüm konularda bilgi sahibi olması, tartışması, öneri yapması ve karar almasına olanak sağlamak konusunda kararlıyız! Belediye başkanı ve belediye meclisi bunun için gerekli yasal düzenlemelerle halkın vereceği kararların hayata geçirilmesinden sorumlu merciler olacaktır. Kararları halk verecektir. Mahalleyi ilgilendiren konularda mahalle halkı, Girne’yi ve civar köylerinin tümünü ilgilendiren konularda kararları oralarda yaşayan

halk verecektir. Halkın onayı olmayan hiçbir kararı ne belediye başkanı ne de belediye meclisi onaylamayacaktır.

Bu seçimde aslında iki cephe vardır;

Birinci Cephe Ankara’ya biat ederek seçimi kazanmak isteyenler cephesidir.

İkinci Cephe ise Ankara’ya rağmen halkımızın iradesi için mücadele edenler cephesi- Devrimci Muhalefet Cephesi

Teslimiyet mi, egemenlik mi?

Karar Sizlerindir!

17.11.2022


Bu yazıyı paylaş

admin

İLGİLİ PAYLAŞIMLAR

Bunu da okuyabilirsiniz x