Suriye’nin çok uluslu bir Nüfus yapısı var.. Araplar, Kürtler, Türkmenler, Süryaniler vs. Bu etnik farklılıklarla beraber dini inançlarda da farklılıklar var. Aleviler, Sünniler, Hristiyanlar, Yezidiler ve daha bilmediklerim.
Suriye Osmanlıdan koparıldıktan sonra Britanya emperyalizminin nüfuz alanı içinde bir manda devlet olarak oluşturuldu. İsrail devletinin kurulmasından sonra, Suriye topraklarının da İsrail tarafından işgal edilmesi Suriye’yi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine yaklaştırdı. Bu yakinlik SSCB dağıldıktan sonra Rusya ile devam etti. Suriye Rusya’ya kendi toprakları üzerinde deniz ve hava üsleri sağladı.
ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi çerçevesinde Suriye’nin de hizaya getirilmesi hatta bölünerek zayıflatılması planlanmış olmalı. 2011 yılından beri Anglo Amerikan emperyalizminin Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın işbirliği ile Suriye’ye özel ödenekli çapulcular Türkiye üzerinden sokuldu. Bunlar sözde Suriye’deki gerici Esad rejimine muhalif olarak ortaya çıktı. Ortaya çıktıkları andan itibaren de hiçbir siyasi mücadele yürütmeden doğrudan silahlı mücadeleye giriştiler.
2011 yılından beri Suriye üzerinden küçük çapta bir emperyalist dünya savaşı yürütülüyor.
Mazlum Suriye halkı bu savaştan canlarını koruyabilmek için her şeylerini bırakarak güvenli bölgelere sığınmaya çalışıyorlar. Milyonlarcası Türkiye ve Ürdün’e sığınmış durumda. Türkiye’ye sığınanlar, Türkiye’deki gerici işbirlikçi rejim tarafından Avrupa’ya karşı bir şantaj ve pazarlık unsuru olarak kullanılmakta.
Türkiye’de yeterli güvenceye ve geçim kaynaklarına ulaşamayanlar oradan Avrupa ülkelerine göçerek daha güvenli bir gelecek için mücadele etmektedirler. Bu süreçte binlerce Suriyeli göçmen, ağırlıkla kadın ve çocuklar denizlerde boğularak yaşamlarını yitirdiler.
Suriye halkı kendilerinin hiçbir şekilde sorumlu olmadığı bir trajedi yasamaktadır.
Suriyelilerin güvenli yer arayışlarından zaman zaman ülkemiz de nasibini almaktadır. Gerek Güney Kıbrıs’a gerekse kuzey Kıbrıs’a hurda denilebilecek kayık ve teknelerle Suriyeli mülteciler gelmiştir. Adanın her iki tarafındaki manda yönetimlerinin bu mülteciler karşısındaki tutumu ırkçı ve faşisttir.
Güney Kıbrıs’ta bine yakın mülteci hiç de sağlıklı olmayan kamplarda adeta acık hava hapishanesi koşullarında barındırılmaktadırlar. Ne yıkanmak için yeterince suları var, ne de beslenmek için yeterli gıdaları! Çok azına Güneydeki rejim çalışma ve oturma izni vermiştir. Hedefleri ilk fırsatta onları geldikleri yere geri yollamaktır.
Kuzeydeki rejimin bu konudaki sicili daha da kötüdür. Burada Göçmenlere ilişkin bir yasa yoktur. Gelenler ya bir sure cezaevlerinde tutulduktan sonra Türkiye’ye iade ediliyor ya da Güney Kıbrıs’a kacak olarak gitmeleri sağlanarak güneydeki yönetime karşı Türkiye’nin baskı ve şantaj politikası uygulanıyor.
Son olarak 9 temmuz günü Omorfo körfezinde, Siryanohor açıklarında görülen kacak göçmenlerin bulunduğu tekneye Kuzey Kıbrıs polisi ateş açtı. 2 kişi yaralandı.
Ülkeye özel jetleriyle gelen kumar baronları VIP den geçirilerek, tüm salgın tehditlerine rağmen karantina ’sız bir şekilde ülkeye sokulup serbest dolaşmalarına izin verilirken masum ve de mazlum mültecilere ateş edecek kadar isleri ileri götürdü KKTC polisi!
Polis bizim polisimiz mi? İlk bakışta öyle gibi görünse bile aslında değildir. Her şeyden önce devlet denen aygıt egemen sınıfın, ezilen sınıflar üzerindeki tahakkümünü sürdürmesi için oluşturulmuş bir baskı aracıdır.
“Modern sanayi gelişip genişledikçe, sermaye ve emek arasındaki sınıf uzlaşmazlığı yoğunlaştıkça, devlet iktidarı, sermayenin emek üzerindeki ulusal iktidarı niteliğini alır, sosyal köleliğin, sınıf despotluğunun motoru haline gelir.” (Karl Marx, Fransa’da iç savaş)
Polis bu devletin kolluk güçlerinin bir parçasıdır. Bu nedenle polisin topluma egemen olan güçlerin hizmetindeki bir kurum olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız. Kuşkusuz orduda olduğu gibi poliste de, görevleri kendi aileleri de dâhil olmak üzere ezilen halk kitlelerini baskı altında tutmak ve burjuvazinin sömürü düzenini korumak olsa bile, memurların çoğu sıradan halk çocuklarıdır. Bu bağlamda, onların da devlet memurları olarak diğer devlet memurları gibi sıkıntıları vardır. Hatta sıkıntıları diğer devlet memurlarından daha fazladır. Sendikalarda örgütlenmeleri yasaktır. Düzensiz ve fazla çalışma saatlerine rağmen ek ödenekleri yoktur. Çalışma saatleri, emeklilik koşulları, sivil ve demokratik hakları yoktur. Ama bizler, polislerin bu haklarını kazanmaları için mücadelelerine destek olma konusunda bile iki değil on iki kez düşünmek zorundayız. Çünkü Kıbrıs’ın Kuzeyinde oluşturulan uluslararası hukuk dışı ve tamamen emperyalist büyük güçlerin güdümündeki sömürge yapıyı meşrulaştırmak istemiyoruz. Güney Kıbrıs’taki yönetim de uluslararası hukuk içinde yer almasına rağmen BM ilkeleri piçleştirilerek oluşturulmuş bir manda yönetimidir. Ama kuzeydeki yönetim kendi içişlerinde bile söz sahibi olamayan bir yönetimdir. Bu nedenle bu rejime meşru bir görünüm vermeye yol açabilecek her türlü çabadan uzak durmak gibi bir sorumluluğumuz vardır.
İste bu açıdan baktığımızda KKTC polisinin Kıbrıs Türk toplumunun egemenlerine ait bir kolluk gücü olmadığı da ortaya çıkmaktadır. Bu gücü Türkiye kendi mevzuatına göre eğitmektedir. Bu güç Türkiye genelkurmayına bağlıdır ve oradan emir almaktadır. Bu gücü oluşturan kadroların çoğunluğu da Türkiye’den Kıbrıs’a taşınma nüfus içerisinden ve özellikle de milliyetçi faşist çizgideki ailelerin çocuklarından seçilmektedir.
Bu bağlamda düşünüldüğünde polisin mafya, kerhane ve kumarhaneleri denetlememesi, buralarda yer alan her türlü kanunsuzluğa göz yumması sürpriz değildir. Polisin gösteri yapan emekçilerin ve sendikacıların üzerine saldırması sürpriz değildir! Meclis damına faşist ve Turancı bayraklar çeken 9 kişiyi tutuklamaması sürpriz değildir! Polis kasasında kilitli esrar paketlerinin kaybolması esrar ticareti yapan kadını hücreye tıkmak yerine otel odasına yerleştirmesi ve oradan kaçmasına göz yumması, onu koruyan sözde milletvekilini sorgulamayıp dosyayı kapatması sürpriz değildir. Kutlu Ardalı’nın katillerini bulmaması, cinayetin örtbas edilmesi sürpriz değildir. Bu polis Türkiye’deki dinci gericiliğin, tek adam diktatörlüğünün polisidir. Oradaki faşist zihniyet tarafından eğitilmiştir. Bu nedenle, silahsız savunmasız göçmenlere ateş açması da sürpriz değildir!
KSP Genel Sekreteri
Mehmet Birinci