Sermaye mi, emek mi?

Bu yazıyı paylaş

Siyaset, bir anlamda GÜÇ meselesidir! Peki, bu güç nerden gelir?

Siyaset, bir anlamda GÜÇ meselesidir!

Peki, bu güç nerden gelir?

Mesela, toplum içinde sayıca çok küçük bir azınlık olmasına rağmen, burjuvazi (sermaye sınıfı) nasıl oluyor da toplumun en güçlü sınıfı durumunda olabiliyor?

Servet sahibi olmaları mı onları güçlü yapan?

Tek başına servet sahibi olmak yeterli mi?

Bence değildir. Çünkü, bizzat bu servet sahipliği bir raslantı değildir. Servetin oluşturulabilmesinin dayandığı bir zemin (temel) olmalı. Bu temel, üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti olanaklı kılan rejimdir.

İşte, burjuva sınıfın GÜÇLÜ oluşunun temeli budur.

Bu temel, burjuva hukukun (yasalar, anayasa) kutsalıdır.

Bu temel burjuva siyasetin kutsalıdır.

Bu temel güvenlik mekanizmalarının (polis, asker vb.) kutsalıdır.

Bu temel, ülkenin kurumsal eğitiminin (okullar, müfredatlar, eğitim politikaları ve tarzı), yaygın eğitiminin (radyo-tv, kültür-sanat, gelenek-görenek) temelini oluşturur.

Bu temel, ülkenin silahlı güçleri tarafından madden (fiilen), dini ve diğer sosyal güçleri (medya, vakıflar vb.) tarafından da manen kollanmakta, korunmakta ve “kutsanmaktadır”.

Yani ve kısaca, bu temel, devlet ve tüm resmi ve gayrı resmi kurumları tarafından korunmaktadır.

İşte, burjuva sınıfın GÜÇLÜ oluşunun temeli budur!

Ama, bu değişmez bir durum değildir!

Tersine, değişmek zorunda olan bir durumdur.

Bu “zorunluluk”, üstte bahsettiğimiz burjuva sınıfı güçlü yapan temelin değişme zorunluluğudur. Yani, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin sürdürülemez oluşundan, değiştirilmek zorunluluğundan kaynaklanan bir zorunluluktur.

Çünkü, bu mülkiyet şekli tüm burjuva üretim ilişkilerini “zehirleyen” bir durumdur; bir yanda giddikçe daha da toplumsallaşan bir üretim aşaması, diğer yanda gittikçe daha da bireyselleşen paylaşım şekli…

Bu, çağımızın ve aslında tüm sınıflı toplumlar tarihinin en büyük çelişkisidir. Ve, bu çelişki uyumlaştırılmalıdır. Bunu, yaşamın ve üretimin kendi dinamiği ve diyalektiği emreder.

Ya, paylaşım da üretim gibi toplumsal olacak, ya da üretim de paylaşım gibi bireysel…

Bu aşamadan sonra, üretimin bireysel bir uğraş olması mümkün mü? Evet, teorik anlamda dahi olsa mümkün. Bu barbarlık, bu vahşet aslında bizi oraya doğru sürüklüyor. Her şeyin yakılıp yıkıldığı, insanlığın gerilere, çok gerilere; ‘mağara devrine’ doğru sürüklendiğini görmek çok maharet istemiyor, etrafınıza biraz daha dikkatli bakmak yeter.

Bu vahşet ortamı, önünde veya sonunda ya barbarlıkla sonuçlanacaktır, ya da sosyalizm ile.

İşte, biz sosyalistler, komünistler “Ya barbarlık, ya sosyalizm!” derken bundan bahsediyoruz.

Ne belirleyecek bu kavgayı kimin kazanacağını? GÜÇ! Ve sadece güç!

Üstte bahsettiğim üretim ilişkilerindeki muazzam çelişkinin bir ucunda burjuvazi (sermaye), diğer ucunda da proletarya (emek) var. Üretilenlerin bireysel mülk olma özelliğini sonsuza kadar devam ettirmek isteyen ve bunun için, kelimenin gerçek anlamıyla HER ŞEYİ yapmayı mübah ve zorunlu sayan bir burjuva sınıf bir yanda, diğer yanda ise üretimde oynadığı toplumsal rolden dolayı, paylaşımın da toplumsal olmasının gerekli ve kaçınılmaz olduğunu sezen, farkeden ve bilincine kazımak durumunda olan işçi sınıfı…

İşçi sınıfı, üretim ilişkileri sayesinde öğrenir ki; üretim araçları üzerinde burjuva bireysel mülk edinme sistemi sadece işçilerin değil, son tahlilde tüm insanlığın mahvına yol açan bir durumdur, insanlığın barbarlığa sürüklenmesinin en başta gelen nedenidir.

Ama, işçiler nüfusun büyük bir çoğunluğunu oluşturuyor olmasına rağmen güçlü değillerdir? Neden, nüfusun çok küçük bir parçasını oluşturan burjuvalar daha güçlüdürler?

Sermayenin gücünün mülkiyet ve üretim ilişkilerinden kaynaklandığını ve bu kaynağın devlet tarafından ‘can siperane’ korunduğunu üstte belirtmiştik. İşte bu nedenle işçi sınıfının mücadelesi önünde sonunda bu devlet yapısıyla karşı karşıya gelmek zorunda kalacaktır. İşçiler, tek tek sermayedarlara karşı daha çok ücret ve daha uygun çalışma koşulları için mücadele ederken, ister istemez devletin şu veya bu kurumunu karşısında bulacaktır. Bu işçi mücadelesinin karşısına dikilen güç bazan hukuk, bazan din ve medya, bazan polis veya asker olacaktır. Bazan da hepsi birden saldıracaklardır işçi sınıfı mücadelesine…

İşçi sınıfı bu kadar büyük ve güçlü bir düşmanla başa çıkabilir mi?

Evet, çıkabilir! Hatta, bu devasa düşmanı yenebilir, devlet üzerindeki iktidarına, üretimdeki üstünlüğüne son verebilir, yerine kendi işçi sınıfı egemenliğini kurabilir!

Bu, ne bir kuru temenni, ne de temelsiz bir arzudur. Bu, toplumsal yasaların ortaya çıkardığı bir zorunluluktur ve bu zorunluluk toplumlar tarihinde defalarca kanıtlanmış bir gerçekliktir.

Herşeyden önce görülmesi ve hesaba katılması gereken, işçilerin hem nüfus olarak, ve hem de üretimde oynadıkları rol anlamında burjuvaziden kat kat üstün olduklarıdır. Üretilen her şeyin üreticisi işçilerdir. Yani, hayatı üreten (yaratan) onlardır. Buna rağmen üretimden en az payı alanlar da onlardır. Hatta, mücadele etmedikleri takdirde bu payları her geçen gün azaltılmakta, işçiler yoksulluğa sürüklenmektedirler.

Halbuki, işçiler olmadan, üretim olamaz, ama burjuvalar olmadan olur, hem de daha iyi olur!

İşçi sınıfı, üretimden gelen bu gücünün farkına varmaya başlayınca, kendi için bir sınıf olmaya başlar! “Üreten bizsek, yöneten de biz olmalıyız!” demeğe başlar, güçsüzlüğünü farkedip örgütlenmeye; birlikler, sendikalar oluşturmaya başlar.

Bilindiği üzere, işçiler genellikle eğitimden mahrum kalmış kesimlerdir. Onlar, hayatın gerçeklerini okuyarak değil, yaşayarak ve acı çekerek öğrenirler. Ama, bir kez öğrendiler mi, gereğini yapmaktan da onları kimse durduramaz. Burjuvazinin işçilerden esirgediği bilimi, bilimsel gerçekleri onlara aydınlar, komünist aydınlar götürmekle görevlidirler. Bu, günümüz aydınının en kutsal ödevidir.

İşçilerin üretimden gelen örgütlü gücü ile bilimle donanma gücü birleşince yenilmez bir GÜÇ haline gelir.

İşte, bu nedenle tarihin tekerleğini ileriye doğru döndürecek olan tek güç, işçi sınıfıdır, bilimsel sosyalizmle donanmış, örgütlü işçi sınıfıdır.

Uluslararası proletarya (işçi sınıfı) tüm dünyada iktidarı ele alma ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kamu mülkiyeti yapacak potansiyele sahiptir.

Yeter ki, ona bu yolda önderlik edecek komünist aydınlarla güçlerini birleştirsin!


Bu yazıyı paylaş

admin

İLGİLİ PAYLAŞIMLAR

Bunu da okuyabilirsiniz x