7 Ocak 2018 seçimlerinde sandıktan kriz çıktı!
Şimdi dikkat etmemiz gereken nokta şudur; bu sonuç bir tesadüf mü, yoksa kurgu sonucu bir siyasal krizle mi karşı karşıyayız? Gerçek şu ki 1974 yılından bu yana Kıbrıs’ın Kuzeyinde hiçbir zaman siyasal istikrar olmamıştır. 44 yılda 42 hükümet değiştiren bir ülkede siyasi istikrardan bahsedilebilir mi? Ancak bu kez mevcut krizin daha da derinleştirilmesinin kurgulandığını söylemek de mümkündür.
HP ile CTP’nin, YDP ile de DP’nin altını oyan Ankara’nın Kıbrıs’ta yeni oldubittiler için var olan siyasal krizi derinleştirmeye gereksinim duyduğu son aylarda kendini iyice göstermekteydi. Yapılan yasa değişikliğiyle meclisten geçirilen anti-demokratik seçim yasası ve bu yasa önerisinin, Kuzey Kıbrıs’ın tek bir il gibi işlem görmesi talebiyle Ankara’dan gelmiş olduğunun ortaya çıkması, Ankara Yönetiminin niyetleri konusunda önemli ipuçları vermektedir. Toplumlararası görüşmelerin Crans Montana’da çökmesinden sonra gerek Ankara Yönetiminin, gerekse Kıbrıs Türk toplumu liderliği ve Sayın Akıncı’nın ‘ilelebet görüşmelere devam etmek niyetinde olmadıklarını, Kuzey Kıbrıs için başka seçeneklerin de bulunduğunu’ sık sık ifade etmeleri de sürecin hangi yönde ilerletildiğine işaret etmekteydi. Gerek seçimden önce gerekse seçim sonuçlarının ortaya çıkmasıyla beraber, TC’den gelen mesajlar (R. Akdağ/M. Akşener ve diğer açıklamalar)dan gidilmek istenen köyün minareleri görülmüştür.
Ayrıca işbirlikçi burjuva partilerin daha seçimler yapılmadan ve seçim biter bitmez henüz sonuçlar kesinleşmeden birbiri ardına UBP ile koalisyon yapmayacaklarını ilan etmeleri kurgulanmış bir kriz yaratılmaya çalışıldığına ilişkin kuşkularımızı güçlendirmektedir. Kıbrıs Türk burjuva sınıfının ekonomik ve dolayısıyla siyasal açıdan aslında “iki arada bir derede” kaldığını da vurgulamalıyız. Bir yandan TC burjuvazisinin onu gün ve gün yok etmesine karşı çıkma ihtiyacı duymakta, diğer yandan da TC’siz var olamayacağının farkında olarak, tabir yerindeyse ‘ne halt edeceklerini bilemez’ durumdadırlar. Bu durum, TC ile ekonomik “kader birliği” ilişkisi oluşturmuş birkaç büyük burjuva hariç, küçük ve orta ölçekli kapitalist işletme sahipleri için geçerlidir.
“Değişim” diyen siyasal partilerin temelleri buralarda aranmalıdır! Yani, CTP’nin, HP’nin ve TDP’nin siyasal temelleri bu kesimlerin hezeyanının, çaresizliğinin ifadesinden başka bir şey değildir.
Bu durumda, siyasal krizin temellerini, TC’nin bu krizi yaratma, ortaya çıkarma ve kullanma yönündeki çabalarını ve planlarını göz ardı etmeden, ama krizin uzun bir süredir var olduğunu, dönem dönem palyatif tedbirlerle giderilmeye çalışıldığını ama gittikçe katlanarak büyüdüğünü tespit etmek durumundayız.
Bu Kıbrıs Türk toplumu için çok tehlikeli bir gidişattır! 7 Ocak seçimleriyle toplumun tam olarak asimile edilmesi için start verilmiştir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti ile 54 yıldan beri gasp edilen toplumsal haklarımızın geri alınması için, cesaretle yüzleşmemiz gerekliliği bu seçim sonrası tartışmasız bir şekilde ortaya çıkmıştır.
7 Ocak seçimleri sonucunda İşbirlikçi sol da perişan oldu! Ülkenin ana sorunu, yani egemenlik ve işgale son verilmesi konusunda tek laf etmeyen, TC’yi ürkütmeden icazet alma kaygısı ile hareket eden işbirlikçi sol halktan beklediği onayı alamadı. Tersine, kitleler “hepiniz aynıysanız, UBP’den DP’den farkınız yoksa niye sizi tercih edelim?” diyerek ya oyunu yaktı, ya sandığa gitmedi ya da sağdaki partileri tercih etti. Hiç kuşkusuz seçimlerde halk kitlelerine devrimci bir seçenek sunmakta başarısız olmamız da bu sonucun alınmasında etken oldu. Hâlbuki KSP, süreci çok önceden görmüş, görmekle kalmamış, bunun karşısına birlikte çıkmamız ve gerçek bir muhalefet örmemizin gerekliliğini öne sürerek solda devrimci duruşu olan parti ve gruplara güç birliği için çağrı yapmıştır. Bu çağrımız karşılık bulamayınca, tüm olanaksızlıklara rağmen, tek bir aday çıkararak tehlikeyi ve yapılması gerekenleri halka duyurmaya, halkımızı uyarmaya, gelişmeleri bilince çıkarmaya çalıştık.
Bu anlamda, KSP dışındaki solun süreci göremeyişi ve güç birliğini işbirlikçi burjuva partilerde arayışları, siyasi çizgilerindeki zaafları ortaya koymaktadır.
Bu parti ve grupların bundan sonraki süreçte anti-emperyalist mücadeleyi benimseyerek bu yönde takınacakları tavır gelişmeleri şekillendirecek en önemli olgulardan biri olacaktır.
7 Ocak seçimlerinin sonucunda gerek Kıbrıs Türk toplumu olarak gerekse Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan emekçiler olarak çok büyük bir tehlike ile yüzleşme durumunda kaldık. Bir yandan Kıbrıs Türk toplumunun asimilasyon sürecinde artık son safhaya doğru girilirken, öte yandan da adanın taksimi ve AB ile Türkiye arasında paylaşılmasının da kalıcı hale getirilmesi tehdidi ile karşı karşıyayız.
Bu koşullar altında kendini demokrat, devrimci, sosyalist, komünist olarak kabul eden tüm parti, örgüt ve bireylerin, Anglo-Amerikan emperyalizminin Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’taki Rum ve Türk yerli işbirlikçilerle girişmiş oldukları adayı bölme ve sömürgeleştirme planlarına karşı anti-emperyalist güç birliği içine girmeleri her zamankinden çok daha fazla elzem hale gelmiştir. Bu güç birliğinin ayni ölçü ve kıstaslar içinde Güney Kıbrıs’tan da destek görmesi bağımsız, birleşik, toplumların eşitliğine, bireylerin özgürlüğüne dayalı demokratik bir Kıbrıs’ın elde edilmesi için elzemdir. Bu mücadelenin başarısı için Türkiye, Yunanistan ve Britanya işçi ve emekçi halk kitlelerinin desteğini almak da zaruridir.
Ya İlhak ve eriyip yok olmak, ya da bağımsız, birleşik demokratik Kıbrıs!
Bu sonuçlardan hangisini elde edeceğimiz sadece Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Halkın iradesine bağlı değildir. Kıbrıs halkı, adanın her iki yanından, bir bütün olarak elde edilecek sonuçta etkili olacaktır.
KSP Merkez Komitesi