Mayıs 1971’de Lizbon ve Paris’te düzenlenen NATO toplantılarında ABD, Birleşik Krallık, Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs’taki durumu ayrıntılı olarak tartıştığı ve Kıbrıs’ı Makarios’tan kurtarmak ve ‘çifte Enosis’ uygulamak konusunda genel olarak anlaştıklarına inanılmaktadır.
(Kaynak: Dr. Andreas Constandinos, Amerika, Britanya ve 1974 Kıbrıs Krizi: Hesaplanmış Komplo mu, Dış Politika Başarısızlığı mı? İlk olarak Author House tarafından yayınlanmıştır, İngiltere, 2009, s.82)
15 Temmuz 1974’te EOKA B’yi kullanarak Kıbrıs’ın yasal hükümetine karşı bir siyasal darbe gerçekleştiren Yunanistan ve bunu gerekçe göstererek 20 temmuzda giriştiği işgal hareketleriyle Türkiye, NATO planını hayata geçirmişler fakat Kıbrıs Cumhuriyetini yok etmeyi başaramadıkları için ikili Enosis’i tam anlamıyla gerçekleştirememişlerdir. Buna rağmen1971’den itibaren başlayan bu süreçte adamızın Güneyi AB üzerinden Yunanistan’a, ve Kuzeyi de ‘De facto’ olarak Türkiye’ye bağlanmıştır.
1974 ile başlayan sürecin ve hatta 1974 öncesinden “BEY yönetimi” olarak bilinen ve Kıbrıs’ı 1974’e taşıyan gelişmeler adayı bölme planlarının bir parçasıydı. Bu süreç 1983’te, KKTC’nin ilanı ile Türkiye egemen sınıflarının, Kıbrıs’ın en azından bir bölümünü sömürgeleştirilme hedeflerini gerçekleştirmelerine yönelik olağanüstü fırsatlar yarattı. KKTC’nin ilanı Kıbrıs’ın kuzeyini ve halkını dünyadan iyice soyutlamış, Kıbrıslı Türk halkı TC idaresi altında yaşamaya mahkum etmiştir. Bunda Kıbrıs Rum egemenlerinin de payı büyüktür. İşgal altındaki bölgelerimize aktarılan nüfusla irade ele geçirilmeye çalışılırken, yaratılan sosyal dejenerasyon ve çaresizlik psikolojisiyle halk rehin alınmıştır. TC sermayesinin ve bunun yanında uluslararası sermayenin Kıbrıs’taki girişimlerinden, yani kara para aklama, uyuşturucu, insan ve silah kaçakçılığı, kumar/bet olayı, 1974’ten beridir süregelen Kıbrıs Rum mülkleri üzerindeki ganimetçilik ve yağma düzeni ve bunun toplumsal değerlerde (kültürel, sosyal, ekonomik vs) neden olduğu erozyon ve yozlaşma 1974 sonrasının en tipik özelliklerini oluşturmaktadır. Bu yozlaşmanın toplumu asimilasyona ve yok olmaya götürmekte olduğu tartışılmaz gerçeğimizdir. Böylelikle yaratılan hukuksuzluk ve karmaşa sayesinde Kıbrıs’ta zaten çok zor olan bir burjuva çözümü engellemek ve statükoyu güçlendirmenin amaçlandığını tespit etmekteyiz. Yaratılan bu kaos ortamının bir amacı da iç dinamikleri tahrip ederek halkın emperyalizme karşı mücadelesini zayıflatmaktır. Tüm bunlar sömürgeciliğin olmazsa olmazlarıdır. Her şey sömürgeciye tabi olmalıdır. 1974-80 yılları arasında konjonktür gereği TC, Kıbrıs’taki varlığını ancak yerli halkın onayı, talebi ve desteğiyle var edebilir ve sürdürebilirdi. Bunu sağlamak için TC elden geleni yaparak özellikle memur çoğunluğu rüşvetle kendine bağlamayı becermiştir. Türkiye halkının vergileri bir Kıbrıs Türk orta sınıfını yaratmak, beslemek ve kendi politikalarına hizmet eder konuma sokmak için cömertçe kullanıldı. Türkiye halkının, yaygın bir söylemle “bir kuruşa muhtaç” olduğu günlerde, Kıbrıs Türk orta tabakası ihya edilmiş, parayla esir alınmıştır.
Oluşturulan sözde devletçiğin özünde görüntüden ibaret olduğu, aslında TC devletinin bir “alt yönetimi” olduğunu görmek hiç de zor değildir. KKTC bütçesi sürekli olarak TC’nin katkılarıyla “denk”leştirilmiştir. Sürekli açık vermesi, kalıcı yatırımlara yönelmemesi, TC’den aktarılan mali katkının, yönetici kılığındaki üç-beş burjuva tarafından çarçur edilmesi bizzat teşvik edilmiştir. Yaratılan TC’ye bağımlılık düzenine hizmet ettiği müddetçe, KKTC’deki kurumlar mali olarak ayakta tutulmuş, adeta rüşvet ve sahtecilik ruhlarına işlettirilmiştir. Bankalar soyulmuş, sigortalar iflasa sürüklenmiş, sanayi siteleri viraneye çevrilmiştir. Böylesine başarısız, beceriksiz, savurgan ve parazit bir devlet yapısı oluşturularak, aslında gayet bilinçli bir şekilde Kıbrıs Türk halkının kendi kendini yok etme noktasına gelmesinin zemini yaratılmıştır.
Bunca yılda halkın paralarını hiç eden kimselerden hesap sorulmayarak, üstelik bunu yapmaları teşvik edilerek, “merak etmeyin TC halleder” mantığını ve kültürünü öyle derinlemesine yerleştirmişler ki, UBP’si de CTP’si de nasıl olsa günün sonunda “TC yardımımıza koşacak” anlayışıyla har vurup harman savurmuştur.
Nihayetinde Türkiye’deki dikta rejimine her koşulda biat eden sahte diplomalı ve yüksek maaşlı bir bürokrat ordusu yaratılarak 1974’te oluşturulan “yağma hasanın böreği” sistemi sağlamlaştırıldı.
Görülen o ki tam 50 yıldan beri süregelen bu düzen artık ilhaka doğru evrilmektedir! Bunun gerçekleştirilmesi için yerli hiçbir güç ayakları üzerinde duramamalı, diz çökmeli, kısacası teslim olmalıdır. 2004 Annan planı referandumlarıyla Türkiye uluslararası kamuoyu nezdinde hem de AB tarafından aklanmıştır. Bundan aldığı cesaretle Türkiye hükümetleri Kuzey Kıbrıs’a nüfus aktarmayı son haddine ulaştırarak, Kıbrıslı Türk nüfusu gözle görülür şekilde azınlığa düşürmüştür. Aktarılan nüfus, üzerinde uygulanan baskı ve son dönemlerdeki dini manipülasyonlarla, Kıbrıs Türk halkı, Türk egemen sınıflarıyla birlikte siyasal İslam gericiliği önünde teslim olmaya zorlanmaktadır. Kıbrıs Türk halkı, TC tarafından, tarihinde hiç olmadığı kadar aşağılanmakta, kişiliksizleştirilmeye çalışılmaktadır. Halk olarak geriye zerre kadar yaşam isteği ve milli gururu kalmışsa onun da yok edilmesi için uğraşılmaktadır. TC Kuzey Kıbrıs halkına son darbeyi vurmaya hazırlanıyor! Kıbrıs Türk halkı en katı sömürgecilik koşulları altında adeta yok edilmeye çalışılmaktadır! Fakat bu düzen sonsuza kadar böyle devam edemez! Güzel ülkemizde bizlere tüm bu rezillikleri ve acıları yaşatan ve yaşatmakta olan, her türlü sömürü, soygun ve talanı layık gören, hayatımızı karartan bu düzene boyun eğmeyeceğiz.
Kıbrıs halkı olarak bizlere bu zulmü layık gören emperyalist güçlere, onların bölgesel ve yerel işbirlikçilerine karşı anti emperyalist mücadele ruhu ve güç birliği içinde direnişimizi ve mücadelemizi sürdürmekte kararlıyız.
Kıbrıs Sosyalist Partisi olarak bölgemizde ve dünyada daha fazla savaş istemiyoruz. Bir an önce Kıbrıs’ta, Filistin’de ve tüm dünyada silahların susmasını İstiyoruz. Barış istiyoruz!
Bu amaçla ülkemizde ve Dünyada güçlü bir barış hareketi oluşturmalıyız. Böylesi bir barış hareketi ancak halkımızın ve dünya halklarının etkin katılımıyla mümkündür. Savaşların kaynağı emperyalist kapitalizmdir. Emperyalist kapitalizm var olduğu sürece savaşları önlemek mümkün değildir. Bu nedenle güçlü bir barış hareketi anti emperyalist olmalıdır.
15-20 Temmuzlar Kıbrıs halkına kurtuluş değil felaket getirmiştir.
15-20 temmuzlar aynı zamanda bölge halkları, komşu halklarımız için de birçok felaketlere vesile olmuştur.
Kahrolsun emperyalist dünya düzeni!
Kahrolsun savaş kışkırtıcıları!
Yaşasın barış içinde bir dünya
Yaşasın sosyalizm komünizm!
KSP Merkez Komitesi
14/07/24